Hikayem

Hayaller, hayatlar...

Çocukluğumda kariyer planımda 3 basamak vardı. Bunlardan birincisi dansöz olmaktı! Çünkü şahane kıyafetler giyip şıkır şıkır oynuyorlardı, hayat onlara güzeldi.
Bir de öğretmen olmalıydım mutlaka, hastasıydım ilkokul öğretmenimin, her şeyi biliyordu. Ben de onun gibi olacaktım.
Son basamakta da anne olmak vardı. Üstelik annem gibi genç, güzel, her görenin “abla-kardeş sandık kih kih kih” diyeceği bir anne olmak istedim hep.
Sağolsun hayat arada kendine küstürse de, sonradan sonraya “hadi yine iyisin köfte, kıyağımı gör” dercesine ortalar yaptı bana, ben de vurdum gol oldu. (Bkz. Top beni sevdi)
Dansözlük kariyer fırsatları arasında pek yer bulamadı, ancak içimde kalan bu ukte, “dipteyim, sondayım, depresyondayım” diye dolandığım bir dönemde karşıma yeni bir hayat olarak çıktı: Tango sayesinde ruh sağlığıma ve muhteşem dostlara kavuştum. Ha ama hala bir Mezdeke kostümü giymişliğim yok, o ayrı.
Öğretmenlik dersen, ruhumda varmış. Bunu neden sonra anladım. Üniversitede öğrenciyken gönüllü öğretmenlik yaptığım TEGV’de tanıştığım drama denen illet kanıma girince; 4 yıl okuduğum Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler disiplini hayatımda kurbağaların sindirim sistemi kadar bile yer edinemeden ben kendimi 24 Kasım kutlama yemeklerinde halay çekip, göbek atan bir Drama örtmeni olarak buldum. (Bkz. Çift anadal sahibi dansöz-örtmen)

Anneliğe gelince, “abla kardeş sandık” trenini kaçırsam da, çocukla çocuk olan anne klasmanında seri başı çıkar; gerektiğinde parkede sırt üstü kayarak gemi, gerektiğinde potada sallanan Michael Jordan, kalede devleşen Toni Schumacher (yaşım çıktı meydana) olurum. Anayım ben, ana!

Neydim, ne oldum?

Fotoğrafta da görüldüğü üzere, henüz çocuk yaşta, gerek stilimle (dönemin imzası yüksek belli, ucubik renkli kot eteğimin göbek üstünden bağlanan gömleğimin ve elegan terliklerimin bütünlüğü), gerek minyon yapımla (gıdık-yanak-göbek) “adeta bir leydi!” cümlesi gölgemdi.
Sonrasında da durum değişmedi. Grup fotoğraflarında istediğim kadar eğilip büküleyim, benirikıyımdımnoktanet.
Hiçbir zaman “evlendiğimde 48 kiloydum,” ya da “ben kızken belim şu kadardı” diyen teyzelerden olamadım, olamayacağım-zira en son ilkokulda 48 kiloydum.

Ama en azından, klasik Türk teyzesi boşvermişliğine hiçbir zaman kapılmadım. Karın ve bel çevresindeki yağlanmanın taşıdığı riskleri (kalp hastalıkları, felç, Tip 2 diyabet, osteoporoz, demans, alzheimer, kolon kanseri, metabolik sendrom) biliyordum. Bilmesine biliyordum da, zekiydim ama çalışmıyordum.

Derken bir gün “şimdi değilse ne zaman?” dedim.

Kahveyi ve şekeri bıraktım.

Sonrası çorap söküğü…

Neydim, ne oldum?

Fotoğrafta da görüldüğü üzere, henüz çocuk yaşta, gerek stilimle (dönemin imzası yüksek belli, ucubik renkli kot eteğimin göbek üstünden bağlanan gömleğimin ve elegan terliklerimin bütünlüğü), gerek minyon yapımla (gıdık-yanak-göbek) “adeta bir leydi!” cümlesi gölgemdi.
Sonrasında da durum değişmedi. Grup fotoğraflarında istediğim kadar eğilip büküleyim, benirikıyımdımnoktanet.
Hiçbir zaman “evlendiğimde 48 kiloydum,” ya da “ben kızken belim şu kadardı” diyen teyzelerden olamadım, olamayacağım-zira en son ilkokulda 48 kiloydum.

Ama en azından, klasik Türk teyzesi boşvermişliğine hiçbir zaman kapılmadım. Karın ve bel çevresindeki yağlanmanın taşıdığı riskleri (kalp hastalıkları, felç, Tip 2 diyabet, osteoporoz, demans, alzheimer, kolon kanseri, metabolik sendrom) biliyordum. Bilmesine biliyordum da, zekiydim ama çalışmıyordum.

Derken bir gün “şimdi değilse ne zaman?” dedim.

Kahveyi ve şekeri bıraktım.

Sonrası çorap söküğü…

Dönüşüm, ama neden?

Çünkü her şeyin paketli, makyajlı, suni, tüketime hazır olarak burnumuza sokulduğu bir dünyada asıl ihtiyacımız olan şey tazelik.

Çünkü son dönemde diyabet, insülin direnci, polikistik over sendromu, çölyak, hipoglisemi, irritabl/geçirgen bağırsak sendromu, alzheimer, kanser, ve eskiden adını anmaktan korktuğumuz tüm öcü hastalıklara rastlanma sıklığı artık “bizim Letafet Teyze’de de var” seviyesine ulaştı. Bunların temel sebeplerinden birisi bedenimize doğru yakıtı almamamız. Hücrelerimize verdiğimiz zararla kendi hastalıklarımızın mimarları oluyoruz. Ha “rakı içenler öldü de, su içen ölmedi mi?” Nihai amaç geç ölmekten fazlası, elden ayaktan düşmeden, sağlıklı yaşamak, sağlıkla yaş almak.

Çünkü torun sevgisi şahane bir şey diyorlar, çünkü torunuyla bisiklete binebilen bir babaannenin havası Victoria’s Secret meleklerinde bile yok.

Çünkü…

Neden olmasın?