

Yeni yıl hep umut doludur ve biten yılı nedense hor görürüz. Hele yılın son 2-3 günü artık iyiden iyiye bir “bitse de gitsek” moduna girilir. Halbuki bugünden yarına öyle dramatik bir değişim yaşanmayacağı da bellidir. Yine de umuttur, motivasyondur, iyi temmenilerdir, güzel enerjidir. Kendimizi kandıracaksak böyle kandıralımdır. O da lazımdır.
Yalnız bunun en abartılı halini “milenyum”a girerken yaşadık. 1999’u 2000’e bağlayan geceyi öyle şişirip parlatmışlardı ki; “it’s the final countdooown dırı nıı nııın dırı dıt dıt nııın…” diye zıplayıp, 10, 9, 8,…, 3, 2, 1 diye saydıktan sonra “Skati bizi ışınla” demeye hazırdık biz. Çünkü 2000’lerdi, teknolojikti, belki de “dijital kıyamet”ti, hiçbiri değilse lameli doreli bir şey olmalıydı.
Olmadı.
Velhasıl, bizzat 2000’e girmiş insanları şaşırtmak kolay değil dostum. Yemezler.
Bu nedenle, yılbaşı kutlamasından beklentim, sevdiğim insanlarla, ev ortamında, yiyip-içip gülerek (çünkü ‘nasıl girersen, öyle geçer’) yeni yılı karşılamaktan fazlası değildir. Bunun yanında, 31 Aralık kendime 1 günlük kapitülasyonlar vermek için biçilmiş kaftan değilse nedir?
Bugün, kahvaltıda tahin pekmezli simit, öğlende kaymaklı kahve, akşama sıcak şarap.
Bugün, “hayatımı yaşıyorum, yaşıyorum oh oh, üflemeyin sakın dostlar uçuyorum oh oh!”
Bugün, portakal suyunda pişmiş tahinli-cevizli kabak tatlısı, Victoria’s Secret Fashion Show izlerken “bu sene çok acayip spor yapıyorum, kesin!” yeminleri ve kapanış.
Yorum Yapın