Bugün bana deseniz ki “hadi kız oturmaya mı geldik, kalk bir dernek kur,” hiç tereddütsüz, Yürürken Islık Çalamayanlar Derneği kurucu başkanı olurum. Aynı anda yapılması fayda getirecek iki işten birinde kazara istikrar yakaladıysam, diğerini zinhar yapamıyorum arkadaş! Hayatımın Murphy kanunu bu. Misal, geçen sene Ekim ortasında Can sitenin içinde bir oyun grubuna başlayınca ben de denize düşmüşçesine spor salonuna sarıldım.…
Çocukluğunu yaz, roman olsun deseler-ki neden desinler-adı hazır: “Hiç Unutmam, Bir Gün Yine Şişmanım” Boğazımla amansız mücadelem daha bebekken başlamış. Sadece anne sütüyle ayda 1,5 kg alırmışım. Bebek tombikliğinin üzerine dillere destan iştahım eklenince, gürbüz çocukluk alınyazım olmuş. Boyum da sadece Kuzey Avrupa standartlarında normal kabul edilebileceğinden, garson boy kıyafetlerle tanışmam daha ilkokul yıllarına rastlamış. Hikayenin -miş’li geçmiş zamanı bittiğinde,…
Cem’le “dolce vita” günlerimizdeydik. Tüm pazar gününü aynı kanepede kahvaltı edip, gazete okuyup, kahve içip, film seyredip, döne döne pinekleyerek geçirebildiğimiz günler… Beraberken o kadar mutluyduk ki, kafamızı bozabilen tek şey, sabahın 6’sında Osmanlı akıncılarını aratacak gümbürtüyle tepemizde koşmak suretiyle bizi uyandıran Kaan’dı. Biz de çocuk olmuştuk, bizim de anamız babamız vardı. Höt dediklerinde otururduk. Çocuktu, yapacaktı elbet. Ama bu…
Instagram’ı sırf, kafayı benim kırdığım noktalardan çatlatmış olanlarla yolumu kesiştirdiği için bile seviyor olabilirim. Ne tatlı insanlar tanıyorum bu sayede. Aferin Insta! Bu tayfadan biri çıkıp “ben kuyuya bir taş atsam diyorum” dedi mi, diğerleri “ben de!” “ben de!” diye ardından geliyor. Hop, oldu mu sana sinerji! Önceki gün @antinkuntinlezzetler yeni yıla kadar 3 haftalık bir arınma yapacağını söyleyince @sebosmodernlife ile hemen “ne yemiyoruz…
Evladımla ilişkimizin temelinde dürüstlük yatıyor. Bebekliğinden beri her şeyin doğrusunu söyledim ona. Üniversitedeyken, damarlarımda kan yerine Pizza Hut peyniri akana kadar herhangi bir kış sebzesinin yüzüne bile bakmadığımı anlattım. Enginarın tadını 25 yaşıma kadar bilmediğimi, 30’lara kadar bamyaya bakmaya tahammül edemediğimi söyledim. Anne olduktan sonra şuurumu kaybetmedim. Ispanağı, pazıyı, karnabaharı yemiyor diye binbir maymunlukla sebzeleri börek/kurabiye kisvesine sokacak kadar delirmedim.…
Neyse ki bu hesap ve hesap verme zorunluluğu hissettiğim bir güruh var. Yoksa işi benim vicdanıma ve irademe bırakmak, sermayeyi kediye yüklemek olabilirdi. Şimdi doğruya doğru, yemeyi seven insan için dünya nimetlerinden vazgeçmek kolay değil. Bir ömür kereviz sapı kemirerek geçmez anacım (yine de bkz. #kerevizsapı). Ama işte sapıtacağın vakit de bir sınırın olmalı, ipini koparmış gibi kafayı şekere, karbonhidrata gömmemeli.…
Restoranın menüsüne bunlar mı konar Herkes sevdiğine canım böyle mi yanar Yanıma gel yanıma da yanı-yanıbaşıma Şu alkilikte neler geldi cahil başıma Yemekten sonra hemen eve arşınlamalı “Tatlı alır mısınız?” diyen garsonu kurşunlamalı Yanıma gel yanıma da yanı-yanıbaşıma Şu alkilikte neler geldi cahil başıma Çikolatalı sufle sonrası gözler semaya bakar PMS denen şu nane çok canlar yakar Yanıma gel yanıma…
Bursa’nın eli yüzü düzgün ilk “cafe”si Siesta’dır (ilk değil, üçüncü diyecekler mesaj atsın, şuradaki iki gıdım havamı söndürmesinler lütfen). Nalbantoğlu Caddesi’ndeki küçük dükkan, soğuk sandviçleri ve nevi şahsına münhasır cheesecake’i ile ilk gençliğimin mihenk taşlarından olmuştur. Cumaları okul çıkışı yazlık tayfasıyla toplanma mekanı, cumartesileri kızlarla dedikodu kazanını fokurdattığımız yerdi orası. Hoşlandığımız çocukları görebilme, kazara onlarla göz göze gelebilme ihtimaliydi Siesta. İşte…
Bana gel dostuna gel vay vay vay vay Muharrem bitmeden gel leylim leylim leylim Eğer canım çekerse vay vay vay vay Herkesi atlat da gel leylim leylim leylim Bağ ayrı bostan ayrı Olamam dosttan ayrı Gözde nasıl yaşar vay vay vay vay Kalsa aşuradan ayrı leylim leylim leylim Bağlar narsız olur mu vay vay Alki arsız olur mu Ben yedim…