Çocukluğunu yaz, roman olsun deseler-ki neden desinler-adı hazır:
“Hiç Unutmam, Bir Gün Yine Şişmanım”
Boğazımla amansız mücadelem daha bebekken başlamış. Sadece anne sütüyle ayda 1,5 kg alırmışım.

Bebek tombikliğinin üzerine dillere destan iştahım eklenince, gürbüz çocukluk alınyazım olmuş. Boyum da sadece Kuzey Avrupa standartlarında normal kabul edilebileceğinden, garson boy kıyafetlerle tanışmam daha ilkokul yıllarına rastlamış. Hikayenin -miş’li geçmiş zamanı bittiğinde, yaşıtlarımdan hacmen 1,5-2 kat büyük olarak ortaokula başladım. Hayatımın kırılma noktalarından biri, hazırlığı bitirdiğim yaz İngiltere’de geçirdiğim 1 ay oldu. Anglosakson beslenme adabının (akşam 5’ten sonra yememe, tabağın yarısının maruldan ibaret olması) gözünü seveyim, farkında olmadan 6-7 kilo verdim orada. Bu vesileyle, şişmanlıktan balık etliliğe terfi ettim. Ergenlikte uzadıkça biraz daha inceldim. Üniversitede ilk yıl fast food batağına saplanıp tombiğe bağlasam da, sonrasında artık “hangi Gözde?” dendiğinde sadece “uzun” ya da “sarı” Gözde oldum.
Ömrünün büyük kısmını tombik, iyi ihtimalle etine dolgun geçirip, yediğiyle içtiğiyle her daim derdi olan şu kardeşinize, “zayıf kalma hikayenizi anlatır mısınız?” diye sorulduğunda işte bunlar akıverdi zihnimden (akarken doldurayımcılık yapıp, hemen yazdım kenara). Yekten “ben hiç zayıf olmadım ki” de diyemedim en Küçük Emrah tonumla. Ama ben kendimi hiç “zayıf” görmedim ki!
En “fit” olduğum dönemlerde bile “kaç kilosun?” sorusunu yanıtladığımda aldığım tepki klasikti: “E tabi boyun var.”
Hah işte bu da benim için, “maşallah pehlivan gibisin”in kibar hali oldu hep. Bedenim incelse de, algım iri kemikliydi. Ruhumun oburluğu yüzüme vuruyordu. Ve içimdeki iri kıyım kız çocuğu, yatarak fermuarını çektiği kota-güç de olsa-girebildiği için mutluluktan havalara uçuyordu.
Not 1: Fotoğraf sanırım 8-9 yaş doğumgünümden. Ayça, Burcu, Başak sınıf arkadaşlarım. Durumun vahametini daha nasıl anlatabilirim ki?
Not 2: #tgif yapacakken #tbt yapmak bizim işimiz.

Yorum Yapın